Doktor-Reiki
  Yaşar Nuri Öztürk Yazıları
 

 

                             
                         YAŞAR NURİÖZTÜRK HAYATINDAN
KESİTLER
1Prof. Dr. Yasar Nuri OZTURK’un Hayatindan Kesitler“Öztürk’e göre, İslam gelenekleri, Kur’an’ın ışığında yeniden gözden geçirilmelidir.
Sadece geleneklerle yürütülen bir dini İslam olarak algılamamak gerekir. Bu tarz
bir yaklaşım tüm Müslümanlara zarar verir. (Alexandra Kemmerer; Frankfurter
Allgemeine Zeitung, 23 Haziran 2000)
“Öztürk, Kur’an’ın zamana uygun ve modern bir şekilde yorumlanması gerektiğini
savunuyor. Ona göre, Kur’an’ın ibadetle ilgili zaman üstü bölümleri, her zaman geçerlidir. Ama Kur’an’ın diğer bölümleri, zamana, bölgeye ve hatta iklim koşullarına göre yeniden yorumlanmalıdır.” (Kemal Güler; Fraenkische Nacht, Ekim
2000) “Çok engin bir popülaritesi bulunan ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk Türkiye’de fırtınalar koparıyor. Onu her yerde görmek mümkün. Türk gazetelerinde
yaklaşık kırk yıldan beri yazılar yazmaktadır. İkna edici bir dil ve hünerli bir kaleme sahip bulunan bu insan, yüz binlerden oluşan kitlelerle iletişim kurmakla kalmıyor, aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesi Dekanlığı’nı yürütüyor ve o arada birçok bilimsel makale ve kitaba da imza atıyor… Kimdir bu
‘Yeni Dinsel Kahraman’? Öztürk, İslam’a, güler yüzlü-aydınlık ve sevecen bir yaklaşımdır. Siyasal İslam’ı izleyenlerin aksine, o, inananları ‘gerçek Müslüman’ ve ‘sapık laikler’ şeklinde sergilenen bir sahte ayırımla bölmüyor.
Modern Türkiye’nin hayatına bu yepyeni figür nereden gelip girdi?.. Kendisi şu
açıklamayı yapıyor: ‘Gerçek bir devrimci olan Atatürk İslam’ı da kurtarmıştır.
Atatürk, dinin bir başka boyutunu ortaya koydu, dinin devlette değil de kitlelerin ruhunda yaşaması gereken özüne dönüşü sağladı.’… Öztürk, İslam konusunda çok yüksek düzeyli bir eğitim aldı. Onun düşüncesine göre,
‘Müslümanların laikler-inanmışlar şeklinde bir ayrıma tâbi tutulmaları siyasal
İslam’ın bir icadıdır. İnsan aynı zamanda Müslüman ve laik olabilir.’ Öztürk,
halkın şu gerçeği anlamasında onlara yardımcı oldu: Laik ve Müslüman olmak ayrı ayrı iki madalyon değil, bir tek madalyonun iki yüzüdür…
Öztürk, siyasal İslam’ın özel ajandasında belirlenen paradigmaların dışına
çıktı; aynı zamanda dindar ve modern olma imkânı ile geleneksel İslam arasında
sıkı bir bağ kurmak suretiyle Müslümanlara yeni bir ufuk açtı…” (Margot Badran;
al-Ahram Weekly, 1-7 Şubat 2001)                                     
“Öztürk, İslam dininin kaynaklarından, laik demokrasi ile bağdaşabilen ve tesettürsüz kadınlara da eşit haklar veren modern bir İslam anlayışı ortaya çıkarmakta ve böylelikle, Atatürk’ün ‘anti-dinsel’ reformlarının geriye bıraktığı boşluğu doldurmak istemektedir… Öztürk, kendini, İslam’ın her yüzyılda yaşayan yenilikçilerinden biri olarak görmektedir… Öztürk’ün sergilediği açık görüşlülük, onun beşiğine, doğduğu gün konmadı… Babası onu Arapça ve Farsça’da eğitti. Evde, mistik şiirler ve teolojinin standart eserlerini okudu… Hiçbir Türk teologu Türk televizyonlarına Öztürk kadar çıkamadı…” (Rainer Hermann;
Frankfurter Allgemeine Zeitung, 21 Ekim 2002)
“Profesör Yaşar Nuri Öztürk, destekleyenleri kadar öfkelenenleri de bulunan ünlü
bir ilahiyatçıdır. Türkiye’de, ‘Dinde Yeniden Yapılanma Hareketi’nin önderi olan bu insan, geleneksel dinı uygulamalara karşı çıktı ve bu tutumu yüzünden dinci
odakların hedefi haline geldi. Otuzu aşkın eseri bulunan Öztürk’ün kitaplarından
bir kısmı İngilizce, Almanca ve Farsça’ya tercüme edilmiştir. ‘Dinde Yenilikçi Anlayış’ın mensuplarından olan Öztürk günümüzde bu hareketin öncüsü
durumundadır.” (Turkish Daily News, 16 Şubat 2003)
“Yaşar Nuri Öztürk, günümüz Türkiyesinin en ünlü ilahiyatçısı ve laik-reformist
bir İslam’ın öncü teorisyenidir.” (Die Zeit, 20 Şubat 2003)
“Öztürk’e göre, bombalarla demokrasi sağlanamaz. Böylesi bir yol insana layık
bir yol değildir. Demokrasi içeriden, yani toplumun bağrından yükselmelidir…
O,
şöyle düşünüyor: ‘İslam dünyasına kansız ve İslam’la uyuşum içinde bir demokrasi
götürmenin tek yolu, Mustafa Kemal Atatürk’ün laik Türk modelini almaktır.’
Öztürk’ün görüşüne göre, Batı, Atatürk’ü İslam karşıtı göstermekle bir hata yapmıştır.
 Bu hatanın sonucu olarak, İslam toplumları Atatürk modelinden ürkmektedir.
 Öztürk, İslam’ın modern bir yorumunu savunmaktadır. Ona göre,
Ortadoğu’nun gelenekleri üstüne oturan ‘Geleneksel İslam’, Kur’an’da yazılı olan ve Hz. Muhammed tarafından öğretilen özgün İslam değildir.
‘Özgün İslam’ laik demokrasi ile bağdaşır ve örtünmek zorunda görmediği kadınlara da eşit haklar verir…” (Godehard Uhlemann; Rheinische Post, 19 Mart 2003)
“Öztürk, İslamın iki yüzünü ortaya koydu. Bunlardan biri olan ‘Kur’an’daki
İslam’ Öztürk tarafından ‘Otantik İslam’ olarak tanımlanıyor. Öztürk’ün,
‘Uydurulmuş İslam’ olarak adlandırdığı İslam’ın diğer yüzüne ise tüm dünya
11 Eylül’de tanık oldu…” (Silke Koppers; Westdeutsche Allgemeine Zeitung, 25 Mayıs 2003)
“Öztürk, modern ve liberal bir Kur’an anlayışı için uğraşıyor ve İslam’ı köklü bir yenilenmeye yöneltiyor. Onun etkisi Türkiye’deki geniş kitlelerden
Almanya’daki Türklere kadar uzanıyor. Öztürk, dinsel içerik ile kültürel verileri birbirinden ayıran yeni bir hareketin başında bulunuyor ve bu nedenle birçok övgü ve tenkit alıyor. (Meinhard Schmidt-Degenhard; ARD Televizyonu programcısı)
 
“Profesör Öztürk, şu anda Türkiye’nin en popüler, aynı zamanda da en çok tartışılan İslam düşünürüdür… Müslüman olsun olmasın, birçok insanın İslam’la bağdaştırdığı korkuların çoğunun Kur’an’a ait olmadığını ve insanlar tarafından eklendiğini savunmaktadır. Birçok İslam ilahiyatçısının aksine, diğer dinlerin ve inanışların da tanrısal bir gerçek olduğunu savunan Öztürk’ün ‘Kur’an’daki
İslam’ adlı eseri ‘Kur’an’a Dönüş Hareketi’nin temel taşı olarak kabul ediliyor…” (Prof. Dr. Werner Arnold; Heidelberg Üniversitesi)
“Profesör Öztürk İslam dünyasını çok yoğun biçimde eleştiren ilahiyatçılardan
biridir. Öztürk, eleştirilerini, kendilerini ‘Müslüman’ diye tanımlayan bu ülkelerin gerçekte İslam’ı temsil etmedikleri tezine dayandırmaktadır. Öte yandan, Öztürk, Müslümanların yozlaştırılmış din anlayışlarında Batı’nın büyük sorumluluğu bulunduğunu iddia etmekte ve Batı dünyasını da ağır biçimde eleştirmektedir…
 Öztürk’e göre, siyasal İslam İslam aleyhine kullanılmaktadır.
Siyasal İslam, şiddet üretimini kolaylaştıran elemanlardan biri olarak da
kullanılmaktadır…” (Turkish Daily News, 8 Aralık 2003) “Öztürk; inançları hurafeden arındıran biri ve zamanımızın en tanınmış Türk teologu olarak biliniyor… 20 yıldan beri devrede olan siyasetçiler, Türkiye’nin bu en itibarlı ve deneyimli teologuna politik görevler sundular ama o kendini bunların hiçbirine teslim etmedi.”
“Star eğitimci, milyonlarca baskı yapan 42 kitabın müellifi, köşe yazarı ve televizyon programcısı olarak kendini en doğru yere konuşlandırdı.Ona göre, akılcı bir cumhuriyetin yoluna girmiş insanların akılcı bir din anlatımına ihtiyaçları var.”
“Öztürk; siyasal İslamı, reform dışında bir şeyle adlandırılamayacak olan dinsel eserine bir tehdit olarak gördü. Birçok kişi onu “Türk Lutheri” olarak adlandırıyor. Gerçekten de o, Luthervarî bir girişimle, temel kitaba,
Kur’an’a Dönüşü başlattı. Bu faaliyetiyle geleneksel İslam yapısını paramparça eden Öztürk, gelenekçi İslamî öğretileri gereksiz bir yük, son 800 yıllık teolojinin ise akıldışı olduğunu ortaya koydu.”
“Bu kısa boylu, kaslı vücutlu, tok sesli adam nerede ortaya çıksa insanlar bir anda etrafını sarıyor. İstanbul ya da Ankara, nerede olursa olsun, sokağa
çıktığında, onları Allah’a yönlendirdiği için, yaşlı dedeler bile “Hocam,
hocam!” diyerek boynuna sarılıp elini öpüyorlar. Kemalist aydın kesim de onu kendilerinden biri olarak görüyor.” (Welt am Sonntag, 20 Şubat 2005)
Tem/09
3Yasar Nuri Ozturk / Can Dundar’danCHP’den umudu kesen Yaşar Nuri Öztürk yeni arayışlar içinde
‘Küçük hoca’ büyük yolda
İlkokula gitmedi. Babasının dizinin dibinde Kur’an okumayı öğrendi. 15′inde
Sartre’la tanıştı. 20’sinde evlendi. 40 yaşında, televizyon sayesinde şöhrete kavuştu. Şeriatı kendisinin durdurduğuna inanıyor
Seçim öncesi CHP’nin Hatay mitingini izlemiştim. Baykal’ın yanında üç kişi vardı.
 Partinin vitrinine çıkardığı üç yeni star: Yaşar Nuri Öztürk, Kemal Derviş ve Bayram Meral…
Genel Başkan sahnede onları övgülerle takdim ediyor, kollarını kaldırıp birlik görüntüsü veriyordu. Onlar da kürsüye geldiklerinde Baykal’ı övüyorlardı.Bunlar içinde Yaşar Nuri Öztürk belki de kitlenin en çok tanıdığı isimdi.
Onu din sohbeti yaptığı televizyon programlarından biliyorlardı.
Hoca, günümüzün ‘tele-vaiz’iydi. Atatürk’le dindarlığı bağdaştırmaya çabalayan
‘laik kesimin gurusu’ydu adeta… Anadolu’daki söyleşilerinde yaşanan izdiham ona, post-modern bir tarikat lideri statüsü kazandırmıştı.İşte artık CHP’de, Baykal’ın yanıbaşındaydı.
Kürsüde şöyle konuşuyordu:
“Peygamber efendimiz ‘Kanında haram lokmadan eser olan Allah’a gidemez’ diyor.
Ben damarlarında haram lokma olmayan bir yağız delikanlı buldum. Bu Türkmen alperiyle hayallerime koşabilirim.”
Ancak o yağız Türkmen delikanlısı son Kurultay akşamı, oylamaya dört saat kala
Öztürk’ü partiye davet etti ve üzgün bir edayla “İl başkanlarımız sizi parti meclisinde istemiyorlar. Çok uğraştım, ikna edemedim” dedi.O artık ‘istenmeyen adam’dı.
Sonradan il başkanları toplantısına başlarken Baykal’ın “Derviş’le Meral’i parti meclisine isteyebilirsiniz, ama Öztürk’ü dinlendireceğim” dediğini öğrenecekti.Bu, ona göre ‘Bir Baykal klasiği’ydi.
“Hata yapmasa benim sayemde fazladan yüzde 10 oy alır, koalisyon başı olurdu” diyordu.
Bu özgüveni yaratan formül kendi kişiliğindeydi:
“Ben bir Kur’an bilginiyim. Bu, benim din referansım. Ben sosyal demokratım. Bu da siyasi anlayışım. Ve ben Atatürkçüyüm. Bu üçünden bir sentez yapılması gereğine inanıyorum.”
Peki proletaryanın siyasetini Nutuk ve Kur’an’la buluşturan bu siyasi çizgi nasıl bir yaşam içinde şekillenmişti?
Bu mucizevi formülün sırrı, Yaşar Nuri Öztürk’ün hayat hikâyesinde gizli.Ev değil akademi
Trabzonlu Öztürkler’in soyu, baba tarafından 6-7 göbek ötede Malatya’ya uzanıyor. Secere daha geriye götürüldüğünde Bağdat’a çıkıyor. Anne tarafı ise
Bayburtlu…
Babasının dedesi ‘allame’ lakaplı Mehmet Ali Efendi’ymiş. Sürmene’de lakabına yakışır bir kütüphane bırakmış ardında…
Babasının amcası Küçük Hasan Efendi ise bir şeyhmiş. Halen mezarı ziyaretgâh olan bir tasavvuf erbabı…
Yaşar Nuri, 1945′te, babasının annesiyle tanıştığı Bayburt’ta doğmuş, ama Sürmene’nin Fırdıcak köyünde büyümüş.
Köy, ‘iliklerine kadar mutaassıp’mış. Öztürk’ün tabiriyle ‘hurafeci dinin cenderesinde bir yer…’
Babasının kucağında
Dedeleri gibi babası da tüccarmış. “Sofrası bereketli bir ailede yetiştim” diyor Öztürk; “Tabiri caizse evimiz akademi gibiydi. Evde 24 saat Yunus’tan Mehmet Akif’e, Mevlana’dan Fuzuli’ye şiirler okunur, rüya tabir edilir, siyasi yönlendirmeler yapılırdı. Annem de beş vakit namazında başı örtülü ve köyün tek okur yazar kadınıydı. Babam ise 10 yaşından itibaren Kur’an’ı ezbere okumuş,
kazaya namaz bırakmamış bir adamdı, ama tam bir sosyal demokrattı. Atatürk’e ve Ecevit’e hayrandı, ama İnönü’yü sevmezdi. Şimdi anlıyorum ki, onun anladığı, anlattığı din, sosyal demokrasinin ta ciğeriydi.”
Yaşar Nuri, işte böyle bir babanın kucağında büyüdü.
‘Kucağında’, lafın gelişi değil. Gerçekten de köy halkına çocuklarını okula yollamayı telkin ederken kendisi–mecburi eğitim olmasına rağmen- oğlunu ilkokula yollamamış, evde, dizinin dibinde Arapça, Farsça öğretip Kur’an-ı Kerim ezberletmişti.
“Bana dedi ki, ‘Orada o kadar yılını kaybetmene yazık. Onun çok üstündesin sen…’
Nitekim bana Türk alfabesini bir gün fındık bahçesinde öğretti. Ertesi gün gazete okuyabiliyordum.”
Öztürk, anlattıklarındaki fevkaladeliği fark ederek zaman zaman “Aynen böyle… en küçük bir mübalağa yok” deme gereği duyuyor.
Cansız Hoca
1959′da ilk kez Sürmene’den çıkıp Tokat’a, babasının ilk eşinden olan ablasının evine gitti. Orada 1,5 yıl, “Çok değerli bir alim” diye tanımladığı Gürcü Mehmet Efendi’den üst düzey Arapça dersleri aldı. Dönüşte babası onu okusun diye
Trabzon Diyanet müfettişi Cansız Hoca’ya teslim etti.
“Cansız hoca benim hayatımın en büyük devrimidir” diyor Öztürk:
“Bugün dahi Türkiye’de, İslam din ilimlerinde bir benzeri bulunmayan muhteşem bir insandı. Oflu olduğundan Rumca yoluyla eski Yunanca bilirdi. Arapça ve Farsça’ya da hakimdi. Çoğu kaynağı hafızasından ezbere bilirdi. Ve gariptir, o da babam gibi iliklerine kadar ’solcu’ bir adamdı.”
Öztürk, bir yandan Cansız Hoca’nın rahle-i tedrisinden geçerken bir yandan da
Fransız edebiyatına merak sardı. Fransızca öğrendi. Andre Gide’den, Jean Paul Sartre’a kadar bir dizi Fransız düşünürün eserlerini okudu.
Babası “Tek kanatlı kuş uçmaz” derdi hep… “Sadece İslam kültürüyle yetinmezse daha iyi uçar”dı.
 
“Küçük Hoca”
O yıllarda Trabzon’da vaaz vermeye başladı Öztürk…
Henüz rüştünü ispatlamadan ‘Küçük Hoca’ olarak nam yapmıştı:“Trabzon’un en ünlü vaizi bendim. Zeytinlik camiinde ben konuşurken civar kentlerden otobüslerle dinlemeye gelirlerdi. Cadde o kadar dolardı ki, aşağıdaki
Saray sinemacısının işletmecisi, müftülüğe başvurup ‘İşimize engel oluyor’ diye şikayet etmişti.
Kürsüde, Batılı düşünürlerden, hümanizm fikrinden örnekler
veriyordum. İlerdeki senteze o yaşlardan başlamıştım. Oralarda o zamanlar hayâl
bile edilemeyecek şeylerdi bunlar. Birçok hoca efendi, ‘Nereden çıktı bu velet’
diye söyleniyordu. Hasete maruz kalmaya o yaşlarda başladım. Sokaklarda gezerken
herkesin baktığı bir idoldüm artık…”
 
Aşık Hoca
Her idol, kendi hayran kitlesini yaratır.
“Kızların da gözdesi miydiniz?” diye sordum; politik bir cevapla “Hanımlarla aram hep iyi olmuştur” dedi Öztürk… Edebiyat yarışmalarına girmiş o yıllarda…
Aşk şiirleri yazmaya da çoğumuz gibi o yaşlarda başlamış.
Kime?
“O konulara fazla girmeyelim” diyor mahcup bir edayla… Nedenini sonradan anlatıyor. Biri Rize’de, ikisi Trabzon’da üç kızı sevmiş ve üçü de erken ölmüş.
“Bende hatıraları çok kutsal kişilerdir” diye rahmetle yadediyor hepsini…Yaşar Nuri Hoca’nın, 1965′te henüz 20 yaşında, biraz da annesinin ısrarıyla evlendiğini ve genç yaşta üç çocuk sahibi olduğunu da belirtelim.
Erbakan mahvetti
O süreçte dışarıdan ilkokulu bitirmiş ve Trabzon İmam Hatip’e girmiş Yaşar Nuri Öztürk… Hafta sonları hocalarına evde Arapça dersi veriyormuş. O yılların imam hatibinin bugünün ilahiyat fakültelerinden bile ileri olduğunu söylüyor:
“Ama bozdular. 1970′te Erbakan geldi ve dedi ki, ‘Bilgili olmanız hüner değil, bilgi şeytanda da vardı. Önemli olan dava adamı olmaktır’. Hepsini piyon haline getirdi ve yozlaşma böyle başladı. Din kahvehanelere düştü. Tarih boyunca kutsallığın sembolü olan ‘Allahüekber’, siyasi rakiplere küfür için kullanılır oldu. Eğer siyasi islamın eli musallat olmasaydı, o imam hatip okulları ülkenin ufkunu aydınlatacaktı. Bugün çektiğimiz acıların hiçbirini yaşamayacaktık. İmam Hatipleri mahveden Erbakan’ın zihniyetidir.”
‘Ben durdurdum’
Son beş yıldır ekranların değişmez ismi, adeta ‘tele-vaizi’ oldu Yaşar Nuri Öztürk… Din konusundaki hurafelerle ve yükselen siyasi İslamla baş etmeye çalışan Türkiye, onun ‘Atatürkçü mümin’ çizgisine dört elle sarıldı. Hem dine çağıran, hem bağnazlığa savaş açan tavrını benimsedi.
700 sayfalık Kur’an’daki İslam kitabı 40 baskı yaptı.Yayınladığı Kur’an Meali, 126 baskıya ulaşarak ‘Türkiye tarihinin en çok basılan kitabı’ ünvanını kazandı.
Ve Öztürk, 40 kitabının üzerine, televizyon programları, paneller, kitaplar, gazeteler ve nihayet siyaset meydanları ekleyerek, Türkiye’nin ‘resmi’ dini otoritesi haline geldi.
Son 15 yılda oynadığı role dair iddialı konuşuyor Öztürk:
“Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, eğer din meselelerinde benim getirdiğim mesaj olmasaydı, Türkiye çok daha kötüye giderdi. İslamın siyasallaştırıldığını, dinin saltanat aracına dönüştürüldüğünü zamanında gördüm ve yazılarımla, çıkışlarımla uçuruma gidişi durdurdum. Bunu yapmasam çok insan o akımın peşine takılırdı ve radikal akımların oy oranı bugünkü gibi yüzde 7′lerde kalmaz, 15-20′lere tırmanırdı.”   
Yeni misyon
İlahiyat profesörü… 1993′ten itibaren İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanı… hukukçu… vaiz… hatip… yazar… televizyon programcısı…
Ayrıca 20 yıllık judocu…Ve CHP’nin hayalleri kırık politikacısı…
Ancak burada bitmedi diyor Öztürk… “Cumhuriyet varsa din olmasın” diyenlerle
“Din var. Cumhuriyet gerekmez” diyenler arasında sıkışıp kalan Türkiye’nin dinle, Cumhuriyet’i, maneviyatla sosyal demokrasiyi barıştıracak, hurafelerle savaşacak bir siyasi harekete ihtiyacı olduğunu vurguluyor:
“Ama artık ben böyle bir harekette vagon olmam. CHP deneyimi bana gösterdi ki,
bu konuda beni vagon yapacak birisi Türkiye’de yok. Eğer tarih ve millet beni böyle bir misyona iterse ben bunun lokomotifi olurum artık.”
Anlaşılan o ki Türkiye, beş yıldır ekranında gördüğü bu ‘tele-vaiz’i izlemeye devam edecek.
İmam Hatipli
1968′de Trabzon İmam Hatip’ten okul birincisi olarak mezun olup ilk kez İstanbul’a geldi Yaşar Nuri Öztürk… İlahiyat ve Hukuk okudu. Üniversiteler
öğrenci olaylarıyla çalkalanırken o ‘hümanizmi’ ile kenarda durdu. Hukuk’u bitirdikten sonra üniversitede asistan olarak kaldı. Bir yandan da hem avukatlık stajı yapıyor, hem de Son Havadis, Tercüman gibi gazetelerde yazılar yazıyordu.
1980′de İslam felsefesi dalında doktorasını verdi. 1980′lerin başında Amerika’dan öğretim üyeliği teklifi alınca, bir yıl İngilizce kursuna gitti.
Sonra New York’a 2 saat mesafedeki Melltown’da lisans üstü düzeyinde İslam düşüncesi dersleri verdi. Burada “Bir başka kutsal hatıra” dediği bir aşk yaşadı.
1987′de döndü. Döndükten üç hafta sonra TRT’de Asaf Demirbaş’ın sunduğu bir dini programa çıktı. “Çıkış o çıkış…”
http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=2707
                                         
ALLAH İLE ALDATMA'YI TANIMANIN ÖNEMİ; DENİZ FENERİ ÖRNEĞİ
Hürriyet yazarı Tufan Türenç, 5 Eylül 2008 tarihli yazısında, Deniz Feneri soygunu münasebetiyle müthiş bir soru soruyor ama cevabını veremiyor.
 Soru şu: “Bu kadar ahlaksız, tıynetsiz, vicdansız nasıl olabiliyorlar? ”Pekala olabiliyorlar, beyefendi. Bundan çok daha vicdansız da olabilirler ve olacaklar. Göreceksiniz. Olabileceklerini bu ülkeye otuz yıldan beri söyledik.
Tarihten örnekler göstererek şöyle uyardık: “Bunlar, siyasal ve parasal çıkarları için öz peygamberinin evladını acımadan katleden Emevî damarının uzantılarıdır. Zaten İslam diye taşıdıkları ve bize dayattıkları, Emevî’nin ‘din’ diye önümüze koyduğudur. ”Bu uyarının dikkat çektiği tarihsel gerçekleri görerek bunların neler yapabileceğini, nelere tenezzül edebileceklerini aklı ve vicdanı sağlam olanlar çoktan düşünmüş ve tedbirini almış olmalıydılar. Kimse ne düşündü ne de tedbir aldı. Biz söyledik, biz dinledik.
 Ta Allah ile Aldatmak kitabının, bunların irin damarını çatlattığı güne kadar. Ne yazık ki, Allah ile Aldatmak kitabı o hain damarı parçaladığında iş işten geçmiş, Türkiye maddeten ve manen karanlığa teslim olmuştu.
İslam’ın bin yıllık düşmanı haçlılarla işbirliği yapmış bir karanlıktır bu. Bu karanlığı geçmiştekilerin hiçbiriyle kıyaslayamazsınız. ‘Allah ile Aldatmak’ kitabı çıkalı üç bucuk ay oldu. Kitap bu süre içinde 55 baskı yaptı. Ve basılmaya devam ediyor. Kitabın çıktığı günden beri izlediğimiz gelişmeler, o kitabın ne derece hayatî olduğunu, her geçen gün Türk halkının vicdanına iletiyor.
Kitabın deşifre ettiği riyakâr zihniyetlerin hemen her gün yeni bir kokuşmuşluğu basın tarafından gündeme taşınıyor. Kur’an kurslarındaki cinsel-homoseksüel sapıklıklar, kaçak Kur’an kurslarındaki ölümle biten facialar ve nihayet, tarihin en büyük ‘Allah ile aldatma’ namertliklerinden biri ve din adına korkunç bir soygun olan Deniz Feneri faciası peş peşe gündem oldu.. Deniz Feneri vurgun ve soygunu sadece Türk basının değil, Alman basının da ana gündemi. Deniz Feneri faciasının dehşetini, ifade ettiği tehdidi, ürünü olduğu zihniyetin hedeflerini, yapısını iyi anlamak ve bu korkunç soygun olayını layıkıyla değerlendirmek için ‘Allah ile Aldatmak’ kitabının özellikle ‘Allah ile Aldatmanın Ticaret Meydanı’ bölümünün (4. Bölüm) okunmasını öneriyorum.
Deniz Feneri olayı, o Dördüncü Bölüm’de nasıl bir dehşetin altını çizdiğimizi bir ibret tablosu halinde önümüze koymuştur. Umarım gereken ders alınır. Biz, insanlık tarihinin en büyük ve en namert zulmü olan Allah ile aldatmayı tanıtmaya devam edeceğiz. Ama bu arada, bu milletten, daha doğrusu Müslüman ümmetten saklanan bir Kur’ansal gerçeği bütün açıklığıyla ve bu ‘Fenerli soygun’ münasebetiyle bir kez daha tarihin ve halkın önüne koyacağız. Gelecek yazılarımızda vicdanlarınıza ileteceğimi o gerçek şu sorunun cevabı olacaktır:
“Kamunun Haklarını Yiyenlerin Yahut Yedirenlerin Kur’an Açısından Durumu Nedir?” Soruların sorusudur bu. Olmak ya da olmamak noktasını belirleyen sorudur bu. Türk milletinin, cevabını aramakta birkaç asır geciktiği bir sorudur bu. Müslüman halklardan asırlardır saklanan bir sorudur bu. Kur’an’daki cevabının üstü örtülen bir sorudur bu. Bu soruya cevap vereceğiz. Her şeye rağmen, bir kere daha cevap vereceğiz
ATATÜRK GÖZÜYLE HZ. MUHAMMET
          
Atatürk için Hz. Muhammed, esaret tanımamamın sembolüydü. Arap fistanı, sakal, şalvar, Yahudi geleneğinden aktarma takke ve Pavlus kilisesinden aktarma türbanın değil...Reçete işte, Hz. Peygamber’i bu zihniyetle algılamada. Yani onu, zulmün, işgalin, emperyalist boyunduruğun karşısına dikilen iman ve dirayet sembolü olarak algılamada...
Atatürk, geleneksel ‘çıkara ve emperyalizme teslimiyet’ dini haline getirdiği sahte İslam yerine bu direnç ve özgürlük İsslamı’nı getirdi. Onun öncülüğünü yaptı. Batı emperyalizmi ile işbirliğini maharet gibi gösteren dinciliğin Atatürk’ten rahatsız oluşunun arka planında bu var. Reçetenin fikir babası da uygulayıcısı da rehberi de Atatürk...
Atatürk’e karşı olduğunuz sürece bu reçeteden yararlanamazsınız. Yararlanamadığınız sürece de iflahınız mümkün olmaz...
Atatürk, 5 Ağustos 1920’de Pozantı Kongresi’nde yaptığı konuşmada ‘Peygamber’in esaret tanımayan dindar ümmetinin cihat ordularının öncüsü olmanın şerefiyle iftihar ettiğini’ dile getiriyordu. Bugün, emperyalizm ile işbirliği kuran dincilik, Mustafa Kemal ve Müdafaai Hukuk öncülerinin seslendirdiği bu cihat anlayışını, ‘Haçlı ile kol kola girerek Atatürk mirasını yok etme mücadelesine’ dönüştürmüştür.
Cihat bu hale getirilmişse, camilerdeki namazlardan Kur’an’ı gönderen Allah değil, şeytan memnun kalacaktır.                       
 Evet, Hz. Muhammed’in bağlıları dindarlar, esaret tanımaz, esaretle bir arada yaşamaz. Onlar bilir ki, Hz. Muhammed, her şeyden önce, Müslümanların bağlarını, bukağılarını parçalayan, onları özgürlük ve efendiliğe doğru kanatlandıran bir öncüydü. Kur’an, Hz. Muhammed’i böyle tanıtıyor: Prangaları kıran rehber…           
Lütfen, Âraf Suresi’nin 157. ayetini Türkçe bir mealden bir kez daha okuyun. Tercihen, Yaşar Nuri Öztürk’ün Türkçe Meali’nden okuyun. Ama sakın, Kur’an’ı İncilleştirenlerin yaptıkları ‘Ilımlı İslamcı’ yani işbirlikçi meallerden okumayın. Onlar bu Kur’ansal gerçeklerin üstünü bir biçimde örtüyorlar.                               
Senelerce “Kur’an’ın Türkçe tercümesi olmaz, Arapçasını okuyup sevap alın” diye dayattılar. Bu dayatma kırılıp aşılınca da Kur’an’ın Meallerine musallat olup onu İncilleştirmek veya Haçlı ile işbirliğini okşayan kitaba dönüştürmek üzere operasyonlara başladılar. Şunu da burada bildirelim: Cennetmekân Elmalılı Hamdi’nin meal ve tefsiri de İncilleştirme operasyonunun içine alınmıştır.
                           
ATATÜRK GÖZÜYLE HZ. MUHAMMET
          
Atatürk için Hz. Muhammed, esaret tanımamamın sembolüydü. Arap fistanı, sakal, şalvar, Yahudi geleneğinden aktarma takke ve Pavlus kilisesinden aktarma türbanın değil...Reçete işte, Hz. Peygamber’i bu zihniyetle algılamada. Yani onu, zulmün, işgalin, emperyalist boyunduruğun karşısına dikilen iman ve dirayet sembolü olarak algılamada...
Atatürk, geleneksel ‘çıkara ve emperyalizme teslimiyet’ dini haline getirdiği sahte İslam yerine bu direnç ve özgürlük İsslamı’nı getirdi. Onun öncülüğünü yaptı. Batı emperyalizmi ile işbirliğini maharet gibi gösteren dinciliğin Atatürk’ten rahatsız oluşunun arka planında bu var. Reçetenin fikir babası da uygulayıcısı da rehberi de Atatürk...
Atatürk’e karşı olduğunuz sürece bu reçeteden yararlanamazsınız. Yararlanamadığınız sürece de iflahınız mümkün olmaz...
Atatürk, 5 Ağustos 1920’de Pozantı Kongresi’nde yaptığı konuşmada ‘Peygamber’in esaret tanımayan dindar ümmetinin cihat ordularının öncüsü olmanın şerefiyle iftihar ettiğini’ dile getiriyordu. Bugün, emperyalizm ile işbirliği kuran dincilik, Mustafa Kemal ve Müdafaai Hukuk öncülerinin seslendirdiği bu cihat anlayışını, ‘Haçlı ile kol kola girerek Atatürk mirasını yok etme mücadelesine’ dönüştürmüştür.
Cihat bu hale getirilmişse, camilerdeki namazlardan Kur’an’ı gönderen Allah değil, şeytan memnun kalacaktır.                       
 Evet, Hz. Muhammed’in bağlıları dindarlar, esaret tanımaz, esaretle bir arada yaşamaz. Onlar bilir ki, Hz. Muhammed, her şeyden önce, Müslümanların bağlarını, bukağılarını parçalayan, onları özgürlük ve efendiliğe doğru kanatlandıran bir öncüydü. Kur’an, Hz. Muhammed’i böyle tanıtıyor: Prangaları kıran rehber…           
Lütfen, Âraf Suresi’nin 157. ayetini Türkçe bir mealden bir kez daha okuyun. Tercihen, Yaşar Nuri Öztürk’ün Türkçe Meali’nden okuyun. Ama sakın, Kur’an’ı İncilleştirenlerin yaptıkları ‘Ilımlı İslamcı’ yani işbirlikçi meallerden okumayın. Onlar bu Kur’ansal gerçeklerin üstünü bir biçimde örtüyorlar.                               
Senelerce “Kur’an’ın Türkçe tercümesi olmaz, Arapçasını okuyup sevap alın” diye dayattılar. Bu dayatma kırılıp aşılınca da Kur’an’ın Meallerine musallat olup onu İncilleştirmek veya Haçlı ile işbirliğini okşayan kitaba dönüştürmek üzere operasyonlara başladılar. Şunu da burada bildirelim: Cennetmekân Elmalılı Hamdi’nin meal ve tefsiri de İncilleştirme operasyonunun içine alınmıştır.
GAZİ VEYA MÜSLÜMANLARIN MİLİTAN LİDERİ
 
Batılı emperyalistler Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk’e şu adı koymuşlardır: ‘Müslüman dünyanın militan lideri’ (Atatürk’ün Batı onu böyle görüyordu. Ve esaret tanımayan ümmetin dindar evlatları da onu böyle görüyor, ardından gitmeyi gurur biliyorlardı.
Ama aynı günlerde onu tam tersi bir gözle gören, mandacı-teslimiyetçi mürteci dinciler onun idamına ferman çıkarmışlardı. Ferman ve fetva. ‘Müslümanların militan lideri’ özgürlük savaşçısı için, esaret tanımamanın kutsal bir modeli vardı: Hz. Muhammed.                         
Milleti tarafından ‘İslam’ın Halaskârı Gazi’ unvanıyla yüceltilen Mustafa Kemal, ‘esaret tanımamanın sembolü’ bildiği Peygamberi’nin en büyük mucizelerinden biri olarak da onun, ‘İslam’ın kader savaşı’ diye tanıttığı özgürlük savaşını, Bedir Harbi’ni gösteriyordu.
O Bedir Harbi ki, İslam’ın büyük vicdanı Mehmet Akif Ersoy (ölm. 1936) tarafından Çanakkale Savaşı ile aynı m&am
 
  copyrightBYsabo  
 
doktor-reiki.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol